ahmet bÜyÜkabacI

Klinik Psikolog Ahmet Büyükabacı'nın Kişisel Web Sayfası


Korku

Korku hepimizin akrabasıdır.

Adam Phillips

En önemli duygu hangisidir? Daha doğrusu duyguları önem sıralamasına koysak, bizim için en işe yarar, en faydalı duygu hangisidir? Bir duygunun önemli olup olmadığına karar vermek için öncelikle o duygunun ne işe yaradığını iyi belirlemek gerekir. Burada şunu belirtmekte yarar var: hiçbir duygu gereksiz değildir. Çünkü gereksiz kelimesi anlamlı değildir. Bunun en önemli sebebi duyguların öyle havadan gelen, nedeni belirsiz ve hayali kavramlar olmadığıdır. Duygular beynin içinde yer alan ve nörotransmitter denilen kimyasal maddelerin salınımıyla gerçekleşir. Yani olabildiğince somuttur. Bu eklemeden sonra önem sıralamasına geri dönebiliriz. Bir duygunun diğerlerinden önemli olduğunu nasıl belirleriz?

Bunu en iyi şu şekilde yapabiliriz: o duygu için başka hangi duyguya ihtiyacımız var? İlerlemek, gelişim ve huzur açısından hangisi daha çok lazım? Eğer internette kısa bir araştırma yaparsanız duygularla ilgili birçok çalışmaya rastlarsınız. Bir örneğini aşağıda paylaşıyorum.

Plutchik Duygu Çemberi. wikipedia.com, 2023

Burada fark edilmesi gereken şey, temel duygularımız dışında bir çok duygudan bahsedilir. Bu konuyla ilgili birçok teori ve model vardır. Konunun salahiyeti açısından ben insanlığın ortak olarak gösterdiği 6 duyguyla sınırlı tutmak istiyorum yazımı. Bunlar,

  • Öfke
  • Üzüntü
  • Şaşkınlık
  • İğrenme
  • Mutluluk
  • Korkudur.

Dolayısı ile bundan sonra duygular ile kastettiğim bu 6 duygu ile sınırlıdır. Halihazırda diğer duygularda bunların seviyelerine göre derecelendirildiği için aslında çok da bir kaybımız olmayacaktır. Yukarıdaki soruları tekrarlarsak,

O duygu için başka hangi duyguya ihtiyacımız var?

İlerlemek, gelişim ve huzur açısından hangisi daha çok lazım?

Birinci sorudan başlayabiliriz. Öfkeyle başlayalım. İnsan neden öfkelenir? Tecrübelerime göre öfke duygusu iki temel olayda kendisini gösteriyor. Birincisi kişinin beklentileri gerçekle uyuşmadığında. Diğer deyişle kişi yaptığı planda, başkalarının davranışlarında bir değişiklik veya istediği bir şey olmayınca sinirleniyor. Diğeri ise kişi yaşadığı bir olayı anlamlandıramadığında, kendi yaratmış olduğu şablonlara uymayınca yeni bilgi, oluşan duygusal karmaşa kendisini çoğunlukla öfke olarak gösteriyor. Örneğin marjinal gruplara gösterilen tepkileri düşünelim. Veganlık, vejeteryanlık veya LGBT bireylere gösterilen tepkilerin kaçı tepkisel kaçı ise üzerinde araştırma yapılmış ve mantıklı somut kanıtlara dayandırılmış? Bu sorunun cevabını bulmak için tepki gösteren kişiye sokratik sorgulama yapabilirsiniz. Bulgular sizi şaşırtacaktır.

Peki bu iki bilgi öfke konusunda bize açıklayıcı sebepler veriyor mu? Vermediğini düşünüyorum. Burada dikkat edilmesi gereken nokta ise öfkenin diğer duygulara nazaran daha kolay ulaşılabilir olması. Duygu karmaşısında ve genellikle duygu düzenleme becerisi olmayan insanlarda öfkenin kolayca dışarı çıkmasının nedeni de bu ulaşabilirlikten kaynaklanıyor. Çünkü saldırı anında o saldırıyı bertaraf etmek için öncelikle kişiyi tehdit eden nesneye karşı psikolojik üstünlük sağlaması gerekiyor. Kediler kendilerini büyük göstermek için tüylerini dikeltiyor, köpekler dişlerini gösteriyor… Biz ise bağırmayı tercih ediyoruz. Öfkenin işe yarar olması onu önem sıralamasında, özellikle ikinci soruyu düşünürsek, yukarı çıkartmalı ama bu birinci olması için bir sebep midir? Burada kişinin neden öfkelendiğini daha iyi analiz etmemiz gerekiyor. Örneğin kişi bir şeyi anlamadığı zaman, diyelim ki LGBT, bu durum onun için bilinmez hale geliyor. “Bilinmez” kelimesinin altını çizmek isterim. İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliklerden bir tanesi, bilinmezliğe gösterdiği tutumdur. Diğer canlılar bilmedikleri bir ortama girdiklerinde veya canlıyla karşılaştıklarında bu bilinmezliği gidermek için keşif yapar ve av mı yoksa avcı mı olacaklarını kestirmeye çalışırlar. İnsan için bilinmezlik başa gelmiş en kötü şeymişcesine saldırılması gereken bir olgudur. Neden karanlık oluyor? Neden yağmur yağıyor? Denizin altında ne var? Gökün ilerisinde ne var? Bütün bu soruların cevabını bulmaya çalışmak bizi diğer canlılardan ayırır, bizi besin zincirinin en tepesine koyar ve aslında sonumuzu getirecektir. Çünkü insanın bilemeyeceği tek şey ölümdür ve bütün enerjisini bu bilinmezliği gidermek için harcar.

Bilinmezlik insanın en büyük korkusu olmuştur. Doğal olarak kişi bilmediği şeyi anlamaz, anlamadığı şeyden korkar ve korktuğu şeye saldırmak ister. Buradan korkunun öfkeden önce geldiğini anlayabiliyoruz. Korku ne? Bilinmezlik. Neden korkuya yol açıyor? Çünkü bilmediğin bir şey sana zarar verebilir. Aynı zamanda bilmediği şu ana kadar oluşturmuş olduğu şablonlara da ters düşebilir. Yeni şeyler öğrenmek her zaman keyif verici olmaz. 1642 yılında ölen Galileo güneşin dünyanın değil de tam tersi olduğunu söylemesi, kilisenin en korktuğu şeydi. İnsan dünyanın merkezinde değildi. Bu yüzden ölümünden sonra bile anıt yaptırma isteğine kafirlik olarak bakılmıştır.

Aynı mantığı diğer duygulara da uygulayabiliriz. Üzüntü mutlu olamama korkusudur. İğrenme, temelinde hayatta kalmak için önemlidir, ancak onun da ölüm korkusundan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Burada bir tek mutluluk belki korku temelli bir duygu değildir ancak o da en zor ulaşılabilir duygu olması nedeniyle önem sıralamasında sonlara düşer. Mutluluğun bu listenin sonunda olmasının asıl nedeni ise sürekli mutluluğun imkansız olmasıdır. Yani aslında mutluluk sadece mutsuzluğun olmadığı zaman kendisini gösterebilir. Tıpkı aslında soğuk diye bir kavram olmaması, sıcağın bulunmamasına soğuk denmesi gibi.

Yazının bu kısmına kadar anlaşılmadıysa şimdi netleştirmekte fayda var. İnsanlığın en yararlı duygusu korkudur. Aynı zamanda sonu da korku sayesinde gelecektir. Çünkü insan her şeyden korkar. Bu yüzden korktuğu her şeye saldırmıştır. Karanlık, vahşi hayvanlar, denizler, uzay… Elbet bir gün kesinlikle çözümünü bulamayacağı tek korkusunun, ölümün eline düşecektir tabi. İnsanlık tarihinin bütün gelişmeleri bu korkunun giderilmeye çalışması sonucunda gerçekleşmiştir. Büyük hükümdarlıklara sahip olmak, herkesin sana tapınmasını sağlamak, kendini tanrı ilan etmek ile çözülemediğini anladığı zaman bu sefer de hastalıkları gidermek adı altında tıp adını verdiği uzun yaşamanın yollarını icat etti. Böylelikle insanlar daha uzun ama daha mutsuz yaşadılar. Hatta bazıları yaşadıklarının farkında bile değildi. Sonuçta acı dolu olmasa da zahmetli bir şekilde öldüler. Tıbbın bunu çözemeyeceğinin farkına vardıkları zaman, adına ilerleme dedikleri bir çok yolu denediler. Temelinde bunların hiçbiri ilerleme değildi, bir adım ileri gidilecekse, iki adım geriye dönüldü çünkü. Bu yolların asıl amacı çözülemeyenleri unutmaktı. Ölümü sadece ölümü düşünmeden yenebiliriz, diye düşündü insanlık. Eğlence tam da bu yüzden icat oldu. İnsanların birbirlerini öldürdükleri eğlenceler buldular. Başka birinin ölümünü izlemek insanlara tarifsiz bir tatmin duygusu veriyor olmalı. İzlediğimiz filmlere bakın, eski zamanlardaki ritüellere, halka açık idamlara, gladyatörlere… ölüm her yanımızda. Aynı zamanda değil. Korktuğumuz şeyi anlamsızlaştırarak baş etmeye çalıştık uzunca bir süre. Sonrasında toplumsal ahlak bireysellik düzeyine ulaşınca, öldürülmek “insani dışı” bir olay haline geldi ve bizim ölümü küçümseme metotlarımız kaldırıldı. Eğer bir şeyi çözemiyorsak, onu görmezden geliriz. O yüzden insan kendisini ölüm düşüncesinden uzaklaştırmak için kendisini eğlenceye verdi. Televizyon icat oldu, sinemalar diziler çekildi. Asıl amaç düşünmemekti. Düşünürsek kendimizi tekrar ölümle karşı karşıya bulabilirdik. Önce felsefe kayboldu, sonra yazılı edebiyat yerini, temelde yararlı gözüken ancak insanlığın sonunu getirecek olan sosyal medyaya bıraktı. Gerisi zaten bildiğiniz gibi.

Kimse korkmuyor artık. Kimse varoluş sancıları çekmiyor. Ölüm yok artık, ünlüler ve onların yaptıkları, şaşalı bir yaşam, pozitiflik adı altında embesillik var. Ancak korku bizim içimizde, ta en derinimizde. Bunu havalı ama içi boş cümlelerle, bir yurtdışı gezisi ile çözmeye çalışıyoruz. Zihin buna izin vermez. Vermediği gibi üzerinde durulmayan her konu cezalandırılma sebebidir. Ceza olarak korku kendisini stres olarak gösteriyor, depresyon olarak, kaygı olarak gösteriyor. İşin kötü tarafı herkes yaşamak istiyor ama içinde bulundukları durumun yaşamla en ufak alakası yok.

Bu yazıya gelebilecek en mantıklı argüman “bunu ben mi yaptım?” olacaktır. Hayır, sen yapmadın. Senin üzerinden para kazanıp, dünyanın en zengin (dolayısıyla en güçlü) insanı olmaya çalışıp ölümsüz olacağını düşünen insanlar yaptı. Kontrolsüzlükten korkanlar, kontrole bağımlı olan insanlar, toplumu kontrol etmenin yolunu buldukça cesaretleri arttı. Hatta bireysellikten uzaklaşıp birleşip topluluklar oluşturdular, ölümsüz olan topluluğu yaşatmak için ellerinden geleni yaptılar. Bunu sen yapmadın. Ama yapılan şey buna, ölümün unutturulabileceğine, ertelenebileceğine ve hatta engellenebileceğine inanmak.

İronik olan tarafı şu: ölümü yenebilmek için yapılması gereken tek bir şey var. Ölümü kabullenmek. Korkuyu kabullenmek. Korktuğumuz şeyden onu anladığımız zaman korkmaktan vazgeçeriz. Ölümü anlamak ve ona saygı duymak gerekiyor. Ölüm bir insana en büyük hediyedir. Bir şeyin sonu varsa o değerlidir. Zamansız olması, acı dolu olması, üzmesi ve hatta kahretmesi bunu değiştirmez. Yaşam sadece ölüm varsa güzeldir. Korku ise bizim kabullenmeyişimizi temsil eder.

Yazarın da dediği gibi, ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir?



Yorum bırakın

Hakkımda

Klinik Psikolog Ahmet Büyükabacı. Bilkent Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun, Okan Üniversitesi Klinik Psikoloji Yüksek Lisans programını tamamlamış. Ankara’da özel bir klinikte psikoterapist olarak çalışır. Baba, eş, amatör felsefeci. Yazmayı, okumayı, gereğinden fazla düşünmeyi, gereğinden az konuşmayı, fazlaca dinlemeyi sever. Onu öldürmeyen şeylerin güçlendirdiğine inanır.

Haber bülteni