ahmet bÜyÜkabacI

Klinik Psikolog Ahmet Büyükabacı'nın Kişisel Web Sayfası


Öykü: Süperkahraman

I

Gani Hamza bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında bir süperkahramana dönüşmüş olarak buldu. Bunu her sabah yaptığı gibi su içmek üzere kaldırdığı sürahinin elinde parçalanması sayesinde keşfetti. Sabah sabah her tarafın cam parçalarıyla dolu olması ve üstünün başının ıslanmasının getirdiği sinir bozukluğu dışında bu durumu fazla önemsemedi. Sakar bir adamdı, böyle şeyler olurdu. Sadece ayağı tökezleyip sertçe elini dayadığı duvarın parçalanması biraz garibine gitmişti. Zamanında alçıpanlar sakarlığıyla çok delinmişti ama burası beton değil miydi? İşin garipliği hakkındaki düşünceleri yerini hızlıca tadilata kaydı. Usta bulunacak, bir tarih belirlenecek, iş yerinden izin alınacak, ki ustaların dediği saatte geldiği görülmemiş bir şey olduğu için tüm gün izin alınacak, bu durumda zaten performansından memnun olmayan Özgür Bey’in burun kıvırmasını engellemek adına mesaiye kalmak gerekir, zaten sıkılan Gani mesai için gereken enerjiyi nereden bulsun? Peki ya boya falan, şimdi Koçtaş’a gidip bu boyanın aynısından almak lazım, hiç uğraşmasa da depozitodan mı düşse ev sahibi, şimdi bir de ona dert anlatmalı… Saniyede ortalama 13,4 km hızla düşünceleri oradan oraya savrulurken, tuttuğu banyo kapısının kulpu elinde kaldı. Tepkilerini yoğun yaşayan biri olmamıştı hiç. O yüzden derin bir nefes almakla yetindi ve eline baktı. Kulp elinde kalmamış ezilmişti. Bu nasıl olabilirdi? Gani birkaç kez hızlıca gözlerini açıp kapattı. Absürd olayların insan zihninde yağlı zemin üzerindeki su misali yer etmeme alışkanlıkları vardır. Ta ki su miktarı artıp yağı temizleyene kadar. Gani elinde kartondanmış gibi kıvrılan kapı koluna baktığında tuzla buz olan sürahi, parçalanan duvar simsiyah bir yapbozun parçaları gibi tatmin edici ama manasız bir şekilde birleşti. Kalbi, beyninin kabul edemediği bu duruma karşı kanına karıştırdığı adrenalin sayesinde hızlandı. Kurumuş olan ağzını şapırdatmaya çalıştı ve yavaşça aynaya doğru baktı. Hiçbir değişiklik göremedi, büyükten küçüğe boy boy ekranlara bakmaktan çökmüş gözlerini gördü sadece. Beyaz olması gereken yerler sarımsı bir renkti ve kızarmıştı. Açık mavi gözlerini de düşündüğünde, bu şekliyle olması gerekenden daha fazla renk vardı gözünde. Ucuz şampuan kullanmaktan seyrelmiş ve yağlanmış saçları aynı seyreklikle tutarlı sakallarıyla biçimsiz bir ahenk oluşturuyordu ve avazı çıktığı kadar “sağlıksızım” diye bağıran bedeniyle uyumluydu. Bu görüntü normal şartlar altında bir iç çekme, ufak çaplı varoluş kaynaklı krizler ve intihar düşüncelerinin takip ettiği duş alma seansıyla sonlanırken Gani, sanki yansımasına değil de aynanın kendisine bakıyormuş gibi odaklandı. Aynaya doğru ilerledi ve E.T filmindeki klasik sahne gibi parmağını aynaya uzattı. Parmağı aynaya değdiği anda aynada minik kılcal çatlaklar meydana geldi. Ganinin nefesinin akciğerlerinden vücudunun geri kalanına çekildiğini hissetti. Parmağını yavaşça ittirmeye başladı. Parmak sanki tereyağına giren sıcak bir bıçak gibi zorlanmadan duvarı delmeye başladı. Bu… mümkün olamazdı. Parmağını hızlıca delikten çekti, çekerken ayna sanki bu duruma daha fazla dayanamayıp kırıldı. Düşen parçalar Gani’nin eline ve koluna çarptı ama Gani bunu hissetmedi. Aklına gelen ilk düşünce acı hissetmesini engelleyen bir hastalığa yakalanmış olduğuydu, öyle bir şey vardı çünkü bir dizide görmüştü. Lakin dizide fiziksel belirtilerden bahsediyor muydu? Çünkü çarpan cam kırıkları derisi üzerinde herhangi bir etki bırakmamış gibi gözüküyordu. Parmağını çıkardığı deliğe baktı, matkapla yapılmış gibiydi. Gani düşüncelerinin kontrolü ele geçirmesine izin verdi. Bir cam parçası aldı, elinin üstüne sürtmeye başladı. Bir şey olmadı. Sonra daha sert, daha sert. Sadece derisine değen bir şey olduğunu hissediyordu, acı yoktu. Gani sürtmeyi sertleştirdikçe elinde beyaz tozlar oluştuğunu gördü, derisi camı toz haline getiriyordu, sanki bir zımpara gibi. Gani hiç düşünmeden elindekini bıraktı, koşa koşa mutfağa gitti ve çatal bıçakların olduğu çekmeceyi tuttu, çektiği gibi kulp çatırtıyla yerinden çıktı. Gani bunu önemsemedi ve gördüğü en büyük bıçağı aldı. Bıçağı eline, bu sefer elinin ayasına doğru bastırmaya başladı. Eline bir şey değdiği sinyalinden başka bir şey hissetmiyordu. Gani bastırdı, bıçağın ucunun yamulduğunu gördü. Bıçağı elinden çekti, üstünü sıyırdı ve bu sefer göbeğine bastırmaya başladı. Göbeği sanki parmağını bastırıyormuş gibi içe doğru gitti ama o kadar, gene acı yoktu. Ne olacaksa olsun diye düşündü Gani, çünkü şu an yalnızlık kaynaklı mental çöküş yaşadığına neredeyse emindi, bunlar gerçek olamazdı. Birazdan bunu net olarak anlayacaktı. İki eliyle kavradığı bıçağın sapını tüm gücüyle göbeğine batırdı. Önce ucu daha da yamulan bıçak, daha fazla esneyemeyeceğine karar vermiş olacak ki çat diye ortadan ikiye ayrıldı sapı ve bir miktar bıçak ganinin elinde kaldı. Göbeğinde ise bu olayın yaşandığına dair herhangi bir belirti yoktu. Gani sırıttı. Ne yapması gerektiğini bilemiyordu o da ketıla su koydu, en sevdiği kupasını almak için açtığı dolap elinde kaldı, dolabı yere bıraktı yavaşça kupayı aldı ve aynı yavaşlıkla poşet çay çıkardı. Sandalyeye oturdu ve bir sigara yaktı. Su yavaş yavaş kaynarken yerdeki kırık bıçağa takıldı gözü. Sanki Gani için dünyada sadece o ve kırık bıçak kalmış gibi odaklandı. Gani’nin eli yanağında, parmaklarının arasında sigara, sigaradan çıkan mavi duman, ketılın çıkardığı su kaynama sesi, kırık bıçak, çekmece kulpu, bıçağın sapı, dolap kapağı, kırık bıçak, ketılda kaynayan su…

TIK

Gani hızlıca kalktı, mutfak camını açtı ve atladı. Hayatından memnun olmayan her insan gibi elbette Gani de intiharı gözünde canlandırmış, süreci ve olası sonuçlarını düşünmüştü. Atladığı zaman aklından geçebilecekleri bile sıralamıştı (hepsi olumlu şeylerdi ve Gani bu ironiyi hiç fark etmemişti). Dördüncü katta oturuyordu ve bu yüksekliğin bütün bunları düşünmek için yeterli olacağını sanıyordu. Gani’nin camı açmasıyla, burnuna gelen çim kokusunu fark etmesi bir oldu.

“Ay adam atladı resmen” diye bağırdı biri. Sesi bir savaş çığlığını andırıyordu çünkü nereden çıktığı belli olmayan bir kalabalık artık bağdaş kurmuş olan Gani’nin yanına gelmişti bir anda.

“Oğlum iyi misin?”, “Nasıl oldu?”, “Ambulans çağırın!” cümleleri birbiri ardına ve sistematik bir şekilde soruluyordu ama Gani cevap vermiyordu,

“Adam şokta, şokta! AMBULANS NERDE KALDI?” Aslında Gani şokta değildi. Hatta çevresinde neler olup bittiğine dair bir fikri yoktu, onlarla ilgilenmiyordu. Gani düşünüyordu. Belki hayatı boyunca hiç bu kadar yoğun düşünmemişti. Çok yoğun geçirdiği ve hafif alkollü bir gecenin sonunda kıyafetlerini çıkarmadan yatağa atladığında nasıl hissettiyse, yere düştüğünde de aynı şekilde hissetmişti. Hafif bir “puf” sesi duyduğuna yemin edebilirdi. Gani bütün bu olanları düşünüyordu şimdi. Kesin olmayan sonuçlara göre, eğer bütün bunlar yüksek prodüksiyonlu bir şaka veya detaylı bir halüsinasyon değilse Gani an itibariyle doğa üstü güçlere sahipti ve bunun tam olarak ne anlama geldiğini bilmiyordu.

“Durun bir şey söylüyor” dedi kalabalıktan biri, herkes bir anda sessizliğe büründü, adam kulağını hafif hafif kıpırdayan dudaklara götürdü. Gani aniden ve beklenenden hızlı bir şekilde ayağa kalkınca topluluk aynı anda geriye doğru kaykıldı ve birkaç kişi sesli bir şekilde nefesini bile tuttu. Kadıköy Rıhtım’da vapura yetişmeye çalıştığı zamanlarda nedenini bilemediği bir sebepten dolayı horon tepenleri izleyenleri hafif bir kayıtsızlıkla ve küçümseme ile geçtiği zamanlar gibi önündeki kalabalığı yardı ve hızlı adımlarla sokağın başına doğru yürümeye başladı. Kalabalık bir süre sessizce durumu idrak etmeye çalıştı. Biri öksürdü, diğeri kafasını kaşıdı.

“Ne dedi?” diye sordu kadının biri, en sonunda, yeterince beklediğini düşünerek. Sorunun muhatabı hala uzaklaşan Gani’yi izlediği için soruyu duymamıştı, biri omzunu dürtünce irkildi.

“Ha?” dedi.

“Ne dedi?” diye tekrarladı soruyu, bu sefer başka biri.

“Deney yapacakmış. Deney yapmam lazım dedi”

Bu sanki birçok şeyi açıklamış gibi, toplu bir baş sallama oldu. Birkaç kişi omuz silkip olay yerinden uzaklaşmaya başladı. Uzaktan ambulansın sesi geldi.

“Ekonomi yüzünden” dedi biri yanındakine, “başka şansları mı kaldı sanki?”. Diğeri başını salladı. Ocağın üstünde çaydanlığı unutmuştu, apartmanının kapısına gelince Gani aklından çıkmıştı bile.



Yorum bırakın

Hakkımda

Klinik Psikolog Ahmet Büyükabacı. Bilkent Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun, Okan Üniversitesi Klinik Psikoloji Yüksek Lisans programını tamamlamış. Ankara’da özel bir klinikte psikoterapist olarak çalışır. Baba, eş, amatör felsefeci. Yazmayı, okumayı, gereğinden fazla düşünmeyi, gereğinden az konuşmayı, fazlaca dinlemeyi sever. Onu öldürmeyen şeylerin güçlendirdiğine inanır.

Haber bülteni